Röportaj

Kadınlar Aşklar Şarkılar

‘Buraya gelmeden önce beklemezdim seni. Ama arardım. Sokaklara çıkardım seni bulmak için. Birileriyle yatardım. Birileriyle dövüşürdüm. Birilerine gülerdim. Bezen tam bir köşeyi dönecekken senin de o köşeden dönmek üzere olduğunu hayal edip heyecanlanırdım. Çok heyecanlanırdım. Köşeyi dönemez ağlamaya başlardım. Sırf seni ararken ölmeyeyim diye ağzımda jilet çevirmeyi, o jiletle göğsümü parçalamayı öğrendim. Seni bulamayacağım bir dünyaya meydan okuyabilmek için her gece haplandım. Çorabımın lastiğine bir bıçak sıkıştırıp yürüdüm sokaklarda. Öfkelendiğimde içimdeki hayvanın diliyle haykırmayı öğrendim. Ve ben, yine sokaklarda seni aradığım bir gece, onlar tarafından öldürülüp bu depoya atıldım. O geceden beri burada seni bekliyordum.
Belki bin yıldır buradayım ben.’

Herhangi bir Trans kadının yüreğinden aşka dair dökülen sözcükler…

Ölüme doğru yol alan her trans kadının son çığlığını doğrudan seyirciye haykırdığı ve Ahmet Melih Yılmaz’ın başarılı oyunculuğu ile bütün kadınları tek başına oynadığı hem ‘öteki’ olanların hayatına hem de ‘öteki’ tiyatro arayışına dair sarsıcı bir oyun…

kadinlar asklar sarkilar poster

Oyun için fuayede beklerken sahne tarafından gelen arabesk ezgili şarkılar, ilk anda insanda ‘neler oluyor?’ duygusu uyandırıyor. Sanki ‘içeride oyun başlamış geç kalmışız izlenimine girebiliyorsunuz.’ Salon kapıları açlıp içeri girdiğimizde oyuncu Ahmet Melih Yılmaz’ın bizi sahnede karşıladığını ve hiç sesini çıkarmadan gözlerimizin içine baktığını gördük. Salon bu oyun için olabildiğince küçük; toplamda 20-30 koltuğa sahip olarak dizayn edilmiş. Dekor ise yok denilecek kadar az; üç tane tahta sandalye, bir makyaj masası, mikrofon ve küçük bir içki masası, ışıklandırma ise yine bilinçli olarak çok kısıtlı şekilde var olmuş.

İlk etapta dekor azlığını farkedip , sahnede tek bir oyuncu görünce aklınıza tek bir ekol geliyor. O da Jerzy Grotowski’nin ‘Yoksul Tiyatro’ kavramı; fakat oyun başladığı andan itibaren aslında durumun bu şekilde olmadığını postmodern bir yapı içine girdiğinizi anlıyorsunuz. Ahmet Melih Yılmaz’ın oyunculuğunda başarılı bir şekilde Konstantin Stanislavski içlenimlerini, Meyerhold’un güçlü kas yapısını ve sahnelemede yukarıda da dediğim gibi Grotwski’nin ‘yoksul’ tiyatro etkisini fazlası ile hissedebiliyorsunuz.

Oyuncuyu öylece oturmuş; efkarlı derinliklerde yüzümüze bakarken görünce ‘bir sıkıntısı mı var?’ acaba diye düşünüyordum. Gerçekten bin yıldır orada bekliyor gibiydi; tahminimiz gibi olmadığını daha sonradan anlıyoruz. Herkes yerlerini aldığında salon kapısı kapandı fakat, ışıklar yok, perde yok,  herkes garip garip sahneyi görmeye çalışırken dar bir pencerenin verdiği akşamüstü aydınlığı ile oyuncu ‘’hikayesini’’ anlatmaya başlıyor. Hikayesini diye vurguluyorum çünkü daha ilk anda gerçekten trans-kadın olan bir bireyi dinlemeye geldiğinizi hissediyorsunuz. Oyunculuk içtenliğinin boyutu gerçeklerle yarışır gibi… Bir süre sonra oyuncu sahnede yarı çıplak kalıyor; Zayıf sayılabilecek bir bedene sahip olmasına rağmen Vsevolod Meyerhold’un istediği biomekanik yani çelik gibi kaslar ve vücut hakimiyetine sahip oyuncuyu direkt gözümüzün önünde sergiliyor. Bunun dışında bahsettiğimiz diğer ekollerin de yine ayrıntılı uygulanışını görebiliyoruz.

Grotowski öncelikle gösterişli sahneden, daha sonra ise oyuncudan arınmış bir sahnelemeyi hedeflemiştir. O salonda yapılan da tam olarak bunu sağlıyor: Tek bir oyuncunun farklı farklı karakterleri canlandırması, dekorun sadeliği ve tam olarak sahne diyebileceğimiz bir kavramın olmaması, her yerin sahne olarak oyuncu tarafından kullanılması yoksul tiyatro öğelerini barındırıyor. Oyuncunun susma anları, efkardan dökülen göz yaşları, hikayesini ezber gibi değil de  yaşayan bir dille aktarımı ses tonlamalarını harika kullanışı da Stanislavski’yi işaret ediyor.

Oyun trans kadınların ötekileştirilmiş hayatları, aşklarını, öldürüşlerini tek tek betimlerken homofobik olan bireylerin bile katı yüreklerini gevşetecek bir tutumla ilerliyor. Çünkü oyun kişileri oyuncu tarafından tipleme şeklinde değil karakter biçimiyle derinlikli yansıtılıyor. Bir kadının öldürülüşüne şahit olup içlendiğimiz anda diğer bir kadının hayatı anında devreye giriyor ve sizi sahneye dans etmek için davet ediyor. Neşeli şarkıları ile salona tempo tutturuyor. Seyircilerle diyalog hali oyun boyunca kesilmiyor ve dans alanı olarak seyircilerin oturma düzeninin olduğu kısım hatta daha gerileri bile oyuncu tarafından kullanılıyor. Bu interaktif tutum seyirciyi oyunun parçası haline getiriyor.

Oyunun kulisi bile seyircilerin önünde cereyan eder durumda kurgulanmış. Evet sahnenin sağ arka tarafında ayrı bir kulis giriş çıkışı bulunmakta; fakat oyuncunun bütün makyajını seyircilerin önünde yapmasına bu sırada seyircilere tatlı sataşmasına şahit oluyoruz. Ve en önemlisi ölüm-geçişlerinde bile başka bir trans kadının kimliğine bürünmek için kostümünü kuliste değil seyircilerin önünde değiştirip yanılsama dururmumuzu kırmamızı sağlıyor. Yanılsamanın bu şekilde kırılışı izlediğimiz oyunun gerçekliğinden bizi tamamen çıkarıp bir anda bizi gerçeğin-gerçekliğine yani ‘öteki’ insanların olağan hayatlarının tam da içine düşmemizi sağlıyor. Oyun boyunca zaten 90’lı yıllar ve devamı milenyumun üzeri örtülmüş saklı İstanbul’unun bir parçası gibi hissediyorsunuz kendinizi. Bu kadar yalın bir sahneleme ile kendinizi bu şekilde hissetmeniz zaten başarılı bir prodüksiyon nasıl yapılır sorusunun cevabını size veriyor.

kadinlar_asklar_2

Eğer merak edip gitmeye karar verirseniz; son derece gerildiğiniz anlarda çok fazla gülmeye hazır olun, biri sizden bir şey dilerse gerçekleştirin, oyunun sadece karşınızdaki sahnede sergilenmediğini birden sahnenin içinde olabileceğinizi unutmayın ve lütfen empati halinde olun.

       Bu oyunu kaçırmam diyorsan! Biletler Biletix’te