Röportaj

Okan Bayülgen’le Sanata Karşı Sanat Konuştuk!

Okan Bayülgen'le yeni mekanı Dada Salon'da buluştuk ve uzun uzun konuştuk. Bu röportajda dadaizm, Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası, günümüzdeki sükunet arayışı, gittiği konserler ve tabii bol bol sanat var.

Eylül 2018 – Dada Salon Kabarett

İstanbul’un en iddialı konsept mekanlarından birine imza attınız. Dada Salon Kabarett’nin yaratılışını adım adım anlatabilir misiniz? Mekanı sizden dinlemek isteriz.

Okan Bayülgen: Burası herhangi bir alışveriş merkezi içine açılmış bir kültür mekanı gibi değil. Bir alışveriş merkezinde değiliz. Fairmont Quasar İstanbul’da, az sayıda dükkanın bulunduğu bir kattayız. Bu katta Quasar yönetiminin de ilgisi ve hoşgörüsüyle 3 mekan kurguladık. Bunlardan bir tanesi 300 metrekareye yakın büyük bir sanat galerisi. İçinde sadece eser sergilenmeyen, aynı zamanda etkinlikler de yapılan bir galeri. Hafta sonu çocuklarla ilgili etkinlikler yapılıyor. Daha önce de yaptığımız live painting-canlı resim etkinliğimiz var. Yakında başlayacak olan Le Petit Chef etkinliğimiz var. Gurme yemek etkinliği diyebiliriz. Projeksiyonda ve tabağınızın içinde filmler seyrederek yemek yiyorsunuz. Küçük şefin, Marco Polo’nun adımlarını takip ederek, dünyadaki tatları araştırmasına eşlik ediyorsunuz. Kısıtlı kişiye çok özel bir gösteri. Selin Atasoy’un fikridir. Selin Atasoy bu işin organizatörleriyle buluştu, bunun için Stockholm’e gitti ve bu projeyi Türkiye’ye getiriyor. Mesela bu beraber yemek öyküsü, sanat galerisinde gerçekleşecek. Yani burası bir kaç resmin çok yüksek fiyata satışa çıktığı bir galeri değil. Dünyaca ünlü bir galerinin, ulaşılabilir ürünlerinin de yer aldığı bir galeri. Sanatseverler için ulaşılabilir sanatı mümkün kıldığımız bir galeri.

Kabare alanı ise çok yönlü kullanıma açık. Kabarede akşam 6 oyunlarından, suare oyunlarına pek çok oyunumuz var. Gece 1 itibariyle de bar konserlerine kadar devam eden çok yönlü bir kullanım söz konusu. Kabarede sadece kabare tarzı oyunlar oynanmıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin çok önemli sanatçılarının rol aldığı oyunlara ev sahipliği yapıyoruz. Gerek kabare, gerek dramatik oyunları sahneye koyması açısından da bir yapım evi gibi çalışıyoruz. Burası aynı zamanda radyo televizyon yayınları yapmak için bir çekim alanı. Bütün oyuncu arkadaşlarımıza kapılarımızı açtık. Bambaşka bir izleme deneyimi sunmak üzere harekete geçtik. Kabare tarzı oyunların yaz başından beri denemelerini yaptık, şimdi ayın 19’undan itibaren sezonu açıyoruz.

Burada Moulin Rouge gibi ya da küçük bir İtalyan operası gibi bir dekorasyonun içerisinde kitaplarla, tavanı kaplayan resimlerle, şekerleme gibi bir sahneyle; bir yandan yemek yiyip bir yandan içeceğinizi içerek oyun izleyebiliyorsunuz. Siz de oyunun içine dahil oluyorsunuz. Bütün oyunlar yemekli değil tabii ki.

“Görüyoruz ki bir salonda yan yana, ciddi bir şekilde sessizlik içinde oturarak sahnedeki piyesi izlemek özellikle genç izleyiciyi korkutuyor. “

Kabare’nin altında bir kulüp var. Bu kulüp hem oyundan sonra oyuncularla seyircileri bir araya getirmek maksadıyla, hem de haftanın bazı günleri kulüp olarak hizmet vermek maksadıyla 1 Ekim’de açılıyor.



İnteraktif oyunlar ve geleneksel oyunlar arasındaki farkı nasıl tanımlarsınız?

Okan Bayülgen: İnteraktif olmasa dahi seyircinin kalkıp dolaşabildiği, yemek yiyebildiği bir ortam onlara farklı bir tiyatro deneyimi sunuyor. Bizde de örnekleri olan, dünyada da örnekleri olan Café-Theatre ya da Dinner-Theatre ya da Kabare mekanları bu şekildedir. Bu deneyim insanlara daha rahat, hoş bir gece vadeder. Daha rahat derken daha pespaye bir şeyden bahsetmiyorum. Yani herhangi bir tiyatroya gidip bitişik nizam koltuklarda oturduğunuz zaman kıyafetinizin nasıl olduğuna önem vermiyorsunuz. Halbuki bir deneyim yaşıyorsunuz. Aktörler pelikül değil canlı. O sırada sizinle beraber nefes alıyorlar ve oyunu sadece size sunuyorlar. Bize gelindiği zaman daha bir şıklık gerekiyor. Çünkü cafe masalarında oturuyorsunuz, ortadasınız, gözüküyorsunuz. Kendinizi temsil ediyorsunuz. Aslında tiyatro açısından da daha şık bir deneyim, gece sunuyoruz.

Fiyatlar?

Okan Bayülgen: Biletlerimiz, içinde yiyecek içecek olan biletler. Bu açıdan da seyirci gönül rahatlığıyla tiyatroya para vermiş oluyor. Çünkü bugün tiyatro biletleri her yerde ucuz. Biz bunu başka şeylerle zenginleştirerek, tiyatronun hak ettiği parayı almasını sağlıyoruz. Ama biletlerimiz pahalı değil. Biletlerimiz dünya rakamlarına göre de, Türkiye rakamlarına göre de çok daha ucuz.

Siz sanatın neredeyse her disiplininde var olmuş bir sanatçısınız. Bu anlamda Dada Salon Kabarett de sizi yansıtmış.  Okan Bayülgen imzalı “Dada Salon” markasını bize biraz anlatır mısınız?

Okan Bayülgen: Benim sahibi olduğum Dada Salon mekanları, Bodrum’daki iki yer ve İstanbul’daki üç yerden oluşuyor. Aslında şöyle düşünebilirsiniz. Bu markanın farklı hizmet alanları var. Bunlardan bir tanesi Dada Salon Kabarett, bir tanesi Art Gallery, bir tanesi bar, bir tanesi Brasserie, bir tanesi kulüp. Şimdi bu beş markanın dekorasyonu ortak. Girdiğiniz anda tavandan tabana, duvarlara kadar Dada Salon’a geldiğinizi anlıyorsunuz. Bunların ortak bir marka dekorasyon anlayışı var. Metrekareye bakılmadan, bütün bu mekanların hepsinde tiyatro yapılıyor. Hepsinde sanat sergileniyor. Sanat ulaşılabilir olarak misafirlerin hizmetine sunuluyor.

Hepsinde ortak bir “beraber eğlenme ve sanatı paylaşma” anlayışı var.

Peki bu “Dada” imzası nereden geliyor?

Okan Bayülgen: Bu imza, hep bildiğimiz, konuştuğumuz Dadaistlerden geliyor. Dadaistler 1910’lu, 1920’li yıllarda, birinci dünya savaşı zamanlarında antimilitarist ve antisanat bir akım başlatmışlar.  Antimilitarizm ve antifaşizmle beraber bir özgürlük çabası var. Bu özgürlük niyetleri “Sanata karşı sanat” gibi bir şey ortaya koymaya sürüklemiş insanları. Sanatın zenginlerin elinde, burjuvaların evlerinde, onların sergi salonlarında tıkılıp kapalı kalmasına karşı çıkmışlar ve bir antisanat akımı üretmişler. Peki bu antisanat akımlarının sergileneceği, bu insanların bir araya gelebileceği, tiyatro ve müzik yapabilecekleri, resimlerini, heykellerini sergileyebilecekleri neresi varmış? Dadaistler bütün alışılageldik yerlere karşılar. Dolayısıyla kendi yerlerini kurmuşlar. Kendi mekanlarında bir araya gelmişler ve beraber sanatla içiçe eğlence yapmışlar. Dadaizm 2016’da yüzüncü yılını bitirdi.

Bugünlerle o günler benzeşiyor mu?

Okan Bayülgen: Bence benzeşiyor. Yine sanat zenginlerin elinde, halk tarafından ulaşılamaz halde. Sanat; çok ciddi bir suratla tiyatroya veya sergi salonuna giderek “Hmmmm” diyerek el şakakta izlenen bir şey mi? Ondan gerisi sadece göbek atmak, halay çekmek mi? Yoksa sanat ve eğlence bir arada yaşanabilir mi? Biz Dadaizmi örnek almıyoruz. Ben bir Dada müzesi yapmıyorum. Ama yaklaşım olarak biz de “Gelin, her şeyi bir arada bulun. Sanat zaten çok eğlenceli bir şey.” diyoruz.  Asık suratlı sanatçıları sevmiyoruz.

“Hep beraber eğlenelim, dans edelim, gülelim, güzel vakit geçirelim.” diyoruz.

Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası nasıl bir oyun? Oyunla ilgili tüyolar verir misiniz?

Okan Bayülgen burada sözü ortağı ve Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nın yaratıcısı olan Selin Atasoy’a bırakıyor.

Selin Atasoy: Bu sezon iki farklı oyun oynuyoruz. Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası – Metres ve Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası – Şirket. İkisinin de ortak paydası, seyircinin oyunun içinde olması. Sahneyi kullanmıyoruz, 360 derece oynuyoruz. Her iki oyunun başında da bir cinayet işleniyor. Sürekli yeni gelen karakterlerle ve delillerle hikaye genişleyip açılıyor. Oyunun sonunda seyirciye; cinayeti çözüp çözemediklerini soruyoruz. Kazanan masalara küçük sürprizler yapıyoruz. Burada misafirlerimiz ekipler halinde çalışıyor. Bireysel bir gece değil bu. Amacımız birbirini tanımayan insanların aynı masada oturması, tanışması ve sosyalleşmesi. Birbirini tanımayan insanlar bir konu üzerinde kafa yoruyor ve birlikte bir sonuca ulaşmaya çalışıyor. Aralarda oyuncularla vakit geçiriyorlar, sorularını iletiyorlar. Sonunda da onlara dağıtılan formu dolduruyorlar. Bu format uzun zamandır İngilizlerin oynadığı bir format. Fakat oradaki hikayeler çok turistik ve çok basite indirgenmiş. Kutu oyunu tadında. Biz bunu daha ciddi bir tiyatro oyunu şeklinde, metne sadık kalınan bir formatta oynuyoruz.

Bu oyun ne kadar sürüyor peki? Kaç perde var.

Okan Bayülgen: Her şeyiyle beraber 2 – 2 buçuk saat sürüyor. Bunun içinde aralar, yemekler ve oyun var. 3 ara ve 4 kısa bölüm var. Seyirci sıkılmadan kopmadan izleyebiliyor.

İzlemiş olanlar da tekrar geliyor mu?

Okan Bayülgen: Evet, bu oyunlar bizim lokomotif oyunlarımız. Sürekli devam ediyor. Hep şakasını yaptığımız bir konu var; hanımlar çok sık geliyor. Mesela önce eşiyle geliyor, sonra kız arkadaşlarıyla geliyor. Biz katili oyundan oyuna değiştiriyoruz. Katilin kim olduğunu arkadaşlarına söylemeden geliyor. Bazen “Ben katili bulabilmiştim, bakalım arkadaşlarım da bulabilecek mi?” diye tekrar geliyorlar. Hatta bundan zevk alıyorlar. Tiyatro her defasında farklı bir deneyim sunar. Çünkü oyuncular da oyunu yaşar. Seyirciler her seferinde farklı bir şey yakalar. Atmosfer değişik olabiliyor.

Selin Atasoy: Bir de biz her oyunda seyircilere küçük bir rol veriyoruz. 5 ya da 6 küçük rol oluyor seyircilerin oynadığı. Ezberlemiyorlar, onlara bir metin veriyoruz. Onu okuyorlar. Bütün o karakterler, oyun için çok önemli karakterler. Oyun onların girişiyle başka bir yöne doğru sürükleniyor. Dolayısıyla her gece başka bir şey yaşanıyor.


Konserler de öyle değil mi? Sevdiğimiz bir sanatçının konserine defalarca gidiyoruz, doymuyoruz. Peki sizin dinlemeyi sevdiğiniz ya da canlı dinleyemediğiniz için üzüldüğünüz isimler kimler?

Okan Bayülgen: Aslında konsere gitmek yine interaktif bir deneyim. İnsanlar çoğu konsere illa o sanatçıyı sevdiği için gitmiyor. Konserler yeni toplanma alanları. Eğlenmek için en güzel, en kolay toplanma alanları konserler ve festivaller. Arkadaşlarını görüyorsun, güzel kızlar güzel-oğlanlar görüyorsun. İnsanların kanı kaynıyor. Konser bu açıdan tabi ki bambaşka bir deneyim. Ben kimi dinlemek isterdim? Valla kimseyi dinlemek istemiyorum işin doğrusu. Çünkü her yerde çok fazla müzik çalıyorlar.  O kadar çok gürültü var ki… Küçük restoranlardan gece kulüplerine, kafeteryalara kadar her yerde “sesi kısın” demekten iflahım kesildi. Çünkü hayatın seslerini duyamıyoruz. Zaten herkesin gözü ekranda ve kulaklık takıyorlar. Simülasyonun içinde yaşıyor gibiyiz. Bazen ağaç sesi, deniz sesi, sokak sesi duyduğumda çok mutlu oluyorum. Ben bu sorunun sorulacağı doğru insan değilim galiba. Birisi sessizlik konseri yaparsa gideceğim. Son zamanlarda su sesi, okyanus sesi dinleyebildiğiniz, birilerinin okuduğu kitapları dinlediğiniz uygulamalar çıktı. İnsan ne kadar bıkkın ki bu uygulamalar moda oldu.

Selin Atasoy: Benim aklıma hep hayatını kaybetmiş isimler geliyor. Bir The Doors konseri seyretmek isterdim. Chet Baker konseri seyretmek isterdim.

En son hangi konsere gittiniz?

Selin Atasoy & Okan Bayülgen: En son Paris’te King Crimson konserine gitmiştik. Çok mutlu olmuştuk. Ağzımız açık kalmıştı.

Kitap uygulamalarından bahsettiniz. Siz de daha önce sesli kitaplar okumuştunuz? Onlara devam edecek misiniz?

Okan Bayülgen: Evet, Kafka okudum, Dönüşüm okudum. Genç Werther’in Acıları’nı okudum. Yine sesli kitaplardan yapacağım. Şimdi sükunet moda oldu. Bir arınmaya doğru gidiyoruz. Bütün dünya sanatçıları akustik, katkısız, hormonsuz müzikler üretmeye başlıyorlar. Bu ümit verici.

Moda ve popüler olan şeyler bir anda kaybolup yok oluyor. Sizce bu sükunet akımı önce moda olup sonra değersizleşebilir mi?

Okan Bayülgen: Yok, benim çok fazla arkadaşım, bu aralar sosyal medyada sükunet ve sessizlik fotoğrafları videoları paylaşıyor. Belki bizim memleketimiz için de bir sükunet ve arınma ihtiyacı vardır.

Dada Salon’u keşfetmek ve bu sanat deneyiminin bir parçası olmak isterseniz, buradan buyurun. [Detaylar]